Tasavvufun İslam’daki yeri ve önemini anlamak için öncelikle tasavvufun teşekkül tarihini kısaca bilmek gerekmektedir.[1] Tasavvufun doğuş ve teşekkülü, İslam dini bünyesinde sistemleşen diğer ilimlerin durumlarına benzemektedir. Kelam, fıkıh, hadis ilimlerinde olduğu gibi tasavvuf da hicrî II. ve III. yüzyıllarda teşekkül etmiştir. Nitekim bu ilimler Hz. Peygamber’in (s.a.v) hayatında tedvin edilmiş, müstakil bir şekilde değildi. Yani muhtevâ olarak vardı fakat adı konmamış hakikatlerdi. Başka bir deyişle Asr-ı Saadet’te sahabîler tasavvuf, fıkıh, tefsir, hadis gibi ilimlere dair meselelerin hepsini bizzat Resûlullah’tan (s.a.v) öğrenmişlerdi. Fakat bu ilimlerin isimleriyle anılması, tedvin edilmesi daha sonraki dönemlere tekâbul etmiştir. İbn Haldun tasavvuf ilminin diğer şer’î ilimlerle aynı minvalde gelişim gösterdiğini şöyle ifade etmiştir:
Bu ilim İslam’da sonradan ortaya çıkan şer’î ilimlerdendir. Aslı şudur: Sûfîler tâifesince tutulan yol, bir hidayet ve hak tarîk olmak üzere, öteden beri ümmetin selefi ve büyükleri olan sahabe, tabiûn ve bunlardan sonra gelenler tarafından takip edilmiştir. İbadet üzerinde önemle durmak, mâsivâdan alakayı kesmek, Allah’a yönelmek, mal ve makam, şöhret sevgisinden uzak durmak, halktan ayrılarak ibadet için halvete çekilmek bu yolun esasını teşkil etmekteydi. Sahabe ve selefte umûmi olan hal budur. Fakat ikinci asır ve sonrasında dünyaya yöneliş arttığı için özellikle ibadete yönelenler “sûfî” ve “mutasavvıf” olarak adlandırılır.[2]
Annemarie Schimmel, Resûlullah’ı (sav) büyük mutasavvıfların ilk örneği olarak görmüş ve bütün sûfîlerin de Peygamber Efendimiz’i (sav) gerçek bir rehber olarak kabul ettiklerini ifade etmiştir.[3] Tasavvufun menşeine dair araştırmalarda bulunan müsteşriklerin bazıları tasavvufu İslam’a dayandırırken bazıları da İslam dışı unsurlarla temellendirmiştir. Müsteşriklerin bazıları da ilk olarak tasavvufun İslamî kaynaklara dayanmadığını iddia etmişler daha sonra bu düşüncelerinin yanlış olduğu kanısına varmışlardır. Nitekim Nicholson 1906 yılında tasavvufun Yeni Eflatunculuğun, Hristiyanlığın ve Gnostisizmin ürünü olduğunu iddia ederken 1921 yılında yazdığı makalesinde tasavvufun tamamen İslam’a dayandığını delillendirmiştir. Müsteşriklerden biri olan L. Massignon ise tasavvufun kaynaklarını sıralarken Kur’ân-ı Kerîm ve Sünnet’i ilk iki sırada zikretmiştir.[4] A. Palacios, Dozy, Blochet, Von Kremer ve Brown gibi şarkiyatçılar ise tasavvufun İslam dışı inanç ve geleneklerden etkilenerek ortaya çıktığını öne sürmüştür. Fakat akademik araştırmalar tasavvufun içeriği olan kavramların tamamen Kur’an ve Sünnet’e işaret ettiğini ortaya koymaktadır. Dolayısıyla bu durum, tasavvufun İslam dışı unsurlardan oluşmadığını aksine tamamen bu iki kaynağa dayalı olduğunu ispatlamıştır. Öte yandan bu şekilde bir yaklaşım ile görüşlerini temellendiren bazı araştırmacıların iyi niyetli olduklarını düşünmek saf dillik olacaktır. Dış amillerden etkilenerek oluştuğu ve hatta İslâm’da bulunmayan şeyleri ona dâhil ederek tahrif ettiği iddia edilen tasavvuf, hakikati inkâr etme çabalarının sadece bir basamağı olabilir. [5]
Tasavvuf genel olarak Hz. Peygamber’in (s.a.v) kendi şahsında bizzat yaşadığı ve temsil ettiği, İslam’ın ruhî hayatının, ümmetine önderlik ettiği manevi otoritenin, müesseseleşip günümüze kadar yayılarak geldiği bir sistemdir.[6] Öte yandan tasavvuf, insana rikkat ve estetik kazandıran bir ahlâk sunar. Resûlullah Efendimiz’in (s.a.v) buyurduğu gibi “Allah güzeldir, güzellikleri ve güzeli sever”[7]. Dolayısıyla tasavvuf, kul ile Rabbi arasında güzel bir irtibatın olmasını amaçlar.[8]
Kâl’i değil hâl’i esas aldığı için öze inmeyip kabukta kalan her şeye tepki gösteren tasavvuf hareketinin şöhret bulmuş isimleri, onu hal ilmi olarak tanımlar. Yani tasavvuf, hakkında konuşulan, usul ve esasları belirlenmeye çalışılan bir alan değil mevcut olan Nebevî mesajın hayata geçiriliş ve özümseniş çabasıdır.[9] Sûfîlerin dilinden pek çok tasavvuf tanımı yapılmıştır. Bu durum tasavvufun tecrübe ilmi olmasından kaynaklanmaktadır. Bu da mutasavvıfların her birinin hakikati farklı bir boyutta müşâhede etmelerinden ileri gelmektedir. Öte yandan âriflerin çoğu, tasavvufun güzel ahlâk olduğunu belirtmiştir. Tasavvuf tariflerinden bazıları şöyledir:
[1] Tasavvuf tarihinin teşekkülü ve dönemlere ayrılması konusunda daha ayrıntılı bilgilere ulaşmak için bkz. Hacı Bayram Başer, Şeriat ve Hakikat: Tasavvufun Teşekkül Süreci, İstanbul, Klasik Yay., 2017
[2] İbn Haldun, Tasavvufun Mahiyeti, çev. Süleyman Uludağ, Dergah Yay., s. 243; Emin Yusuf Ûde, “Tasavvuf Kavramının Kökeni ve Anlamları Hakkında Bir İnceleme”, AKADEMİAR, 2017, sy. 2, s. 247
[3] Senail Özkan, “Annemarie Schimmel”, DİA
[4] Emin Yusuf Ûde, AKADEMİAR, s. 248-249
[5] Ümmügülsüm Yeşil, “Ehl-i Tasavvufun Hadis Uydurmacılığına Etkisi”, (Basılmamış Yüksek Lisans Tezi), Yalova Üniversitesi SBE, 2018, s. 9
[6] H. Kâmil Yılmaz, 300 Soruda Tasavvufî Hayat, Erkâm Yay., İstanbul 2017, s. 13; Jean- Louis Michon Roger Gaetani, Aşk ve Hikmet Yolu Tasavvuf, çev. Nurullah Koltaş, İnsan Yay., İstanbul, s.31-35.
[7] Müslim, İman, 93
[8] Mahmut Erol Kılıç, Sûfî ve Sanat, Sufi Yay., İstanbul, 2015, s.13
[9] Ümmügülsüm Yeşil, “Ehl-i Tasavvufun Hadis Uydurmacılığına Etkisi”, s. 6
[10] Bkz. Kuşeyrî, Kuşeyrî Risâlesi, çev. Dilâver Selvi, Semerkand Yay., İstanbul, 2017, s. 528 vd.