VAROLUŞSAL ANLAM
“Yaşamak için bir nedeni olan kişi, her şeye katlanabilir.”
Friedrich Nietzsche
Psikoloji biliminde pek çok kuram vardır. Alanda uzman kişiler, terapistler kendi tercih ettikleri kurama göre yollarını çizer ve tedavi süreçlerini o kurama göre yürütürler. Genel olarak tek bir kuram üzerinde durmak yerine gelen danışanın durumuna göre farklı kuramlara başvurabilirler ya da aynı danışan için bir kaç kuramdan yararlanabilirler. Bu duruma eklektik yaklaşım denir. Ben bu yazımda sizlere Victor Frankl’ın öncülüğünü yaptığı Varoluşsal Yaklaşımdan bahsetmek istiyorum. Daha doğrusu kuramın ana kavramı olan “Anlam Arayışından” bahsedeceğim. Varoluşçu yaklaşımın insana bakışı olumludur. İnsanın temelde özgür olduğunu, hayatına verdiği şeklin kendi elinde olduğundan ve hayatta edindiği anlamın ise bütün hayatını etkileyeceğinden bahseder. Hayata yüklediğimiz anlam ona verdiğimiz değeri belirler. Ve bir anlamın olması bize daha özgür hissettirir. Anlam yükleminin sorumluluğunu taşımamız gerekir ve hayata yükleyeceğimiz anlamın önünde duran taşları kaldırmak belki de en önemli görevlerimizdendir. Hayatta bir anlama sahip olmamızın ne ifade ettiğinden ve neden bu kadar önemli olduğundan yazının sonunda bahsedeceğim; öncelikle bu anlam arayışının yaşamımızdaki hangi dönemlerde karşımıza çıktığından bahsedeyim.
Madem dönemlere bakacağız o zaman biraz Erikson'a değinelim. Erikson insanın yaşamını sekiz döneme ayırır ve her dönemde atlatılması gereken bir kriz vardır. Bir dönemde anlatılamayan kriz başka dönemi de olumsuz etkiler fakat ilerleyen dönemlerde bu kriz yine de üzerinde durulursa düzeltilebilir. Baktığımız zaman ergenlik döneminde bir kimlik arayışının başladığını görürüz. Erikson bu dönemi kimlik arayışına karşı kimlik karmaşası olarak tanımlamıştır. Kişi ergenlik dönemine geldiği zaman hayatı, kendisini, etrafında gelişen her olayı sorgulamaya başlar. Bu sorgulama süreci çok değerlidir. Ve bu dönemde oluşan soruların en doğru şekilde cevaplandırılması gerekir ki kişi başarılı bir kimlik edinebilsin. Piaget'in kuramına baktığımız zaman da ergenlikle birlikte bilişsel gelişimde soyut dönem başlar yani kişi soyut durumları daha iyi anlayabilir ve sorgulayabilir. Daha önceki yaşantılarda mesela okul öncesine gittiğimiz zaman daha çok “Ben nasıl oldum?” gibi somutluk içeren sorgulamaların olduğunu görürüz ergenlikle birlikte ise “Ben neden varım? Hayatın anlamı ne?” gibi daha çok soyutluk içeren sorgulamalar başlar.
Bu soruların cevabını nasıl bulacağımız yaşantılarımızla bire bir alakalı olmakla birlikte bu yazıda o kadar detaya giremeyeceğiz. Yalnız bu arayışın sonunda oluşacak kimliklerden kısaca bahsedebiliriz. Kişi bu soruların yanıtını bulurken, bazen kendisi bir araştırma yapmaz ve çevresinde gördüğü yanıtları kendine alır. Çocuklukta bu aslında gayet normaldir. Ancak ergenlikle birlikte insan kimlik arayışı dönemine girdiği için bizler bir sorgulama sürecinin başlamasını isteriz. Bu durum dönemsel olarak gayet normal ve olması gereken bir şeydir. Bu sorgulamaların olmaması ve kişinin çevresinde (ailede, arkadaşlarda vs.) var olan anlamları kendine doğrudan alması durumuna ipotekli kimlik deriz. Ancak zamanla bir araştırma süreci başlar bu bizim asıl istediğimiz süreçtir. Bu sürece moratoryum süreci denir. Daha bir kimlik oluşmamıştır ve kişi bir araştırma sürecindedir. Bu sürecin sonunda kendine uygun kimliği edinebilirse bu duruma da başarılı kimlik deriz. Ancak bir arayış ve sonunda bir kabulleniş olmaz ise bu durumda dağınık kimlik oluşur ki bu durum çok tehlikelidir. Ancak anlam arayışı için baktığımız zaman başarılı kimliğe ulaşmak büyük bir emek ve zaman ister. Moratoryum süreci uzun ve sancılı sürebilir kişi pek çok kararsızlıklar yaşar aynı zamanda bir kimlik oluşturmak için pek çok deneyim ve bunlar arasından elemelerde olur. Dolayısıyla bu süreci başarı ile tamamlamak o kadar da kolay olmayacaktır. Ergenlik döneminin zor bir dönem olmasının sebeplerinden biri olarak bu anlam arayışı ve kimlik oluşturma sürecini temele koyabiliriz.
Şimdi ise olaya biraz somutluk kazandıralım ve örnekler üzerinden gidelim. Anlam arayışı neden önemlidir ve kişi bir anlam edinirse ne olur? Bu sorunun cevabını iki zıt örnek üzerinden vermek istiyorum. Biri Viktor Frankl diğer ise Goethe'nin kahramanı Werther. Öncelikle anlam arayışını başarı ile tamamlamış ve hayatındaki her türlü zorluğa başarı ile göğüs gerebilen Viktor Frankl'dan bahsedelim.
Viktor Frankl Viyanalı psikiyatrist ve Logoterapinin kurucusudur. Kendisi Yahudi soykırımının en ağır darbelerini yiyen ve toplama kamplarında tüm zorlukları ve işkenceleri yaşayan, bütün bunlara rağmen hayatına devam edebilen ve sonunda kişiliği bölünmemiş bir şekilde toplama kamplarından çıkabilen nadir kişilerdendir. ‘İnsanın Anlam Arayışı’ adlı eserinde toplama kamplarında yaşadıklarını anlatmıştır. Frankl, anlam arayışının yaşamda bir güdü olduğunu söyler. Çeşitli bilimsel araştırmalarla da bu görüşünü doğrular. Yapılan pek çok araştırmada insanlar için önceliğin yaşama yüklenen anlam olduğu ortaya çıkmıştır.
Bir anlamımız olmadığı zaman hayattaki tüm zorluklar katlanılamaz ve üstesinden gelinemez hale dönüşür. Kitabında şu sözleri ile bu durumu açıklamıştır; “İnsanın gerçekten ihtiyaç duyduğu şey gerilimsiz bir durum değil, daha çok uğruna çaba göstermeye değer bir hedef, özgürce seçilen bir amaç için uğraşmak ve mücadele etmektir.”[1]. Kişi acılar ve zorluklara karşı mücadele edebiliyorsa yani o zorluklardan kurtulma şansı varsa öncelikle mücadele etmeli ve içinde bulunduğu durumdan çıkmalıdır. Ancak var olan durum içinden çıkılamayacak bir hal alabilir, mesela toplama kampında bulunmak gibi. Böyle durumda ise acı ve ölüme karşı da bir anlam edinmemiz gerekir. Frankl yaşamda gerçek bir anlam varsa acının da bir anlamı olması gerektiğini savunur. Ve “Acı da yaşamın kader ve ölüm kadar silinmez bir parçasıdır.”diye ekler.
Frankl yüklediği anlamını şu şekilde dile getirir; nihai anlamda yaşam, sorunlara doğru çözümler bulmak ve her birey için kesintisiz olarak koyduğu görevleri yerine getirme sorumluluğunu üstlenmek anlamına gelir. Kendisi toplama kampında iken kendine pek çok sorumluluklar yüklemiştir (kitap yazmak gibi). Yaşamda edindiğimiz anlamlar elbette duruma göre değişebilir ve farklı anlamlar edinebiliriz. Lâkin önemli olan bir anlamın olmasıdır ki yaşadıklarımız yaşanmaya değer olsun. Toplama kampında bulunan pek çok Yahudi gibi Frankl da çok zorlayıcı durumlar yaşamıştır. Hatta kendileri için toplama kampından kurtulduktan sonraki yaşantılarının daha da ağır geçtiğinden bahseder. Çünkü kampta iken onları ayakta tutan bir hayalleri vardır. Fakat kamptan kurtulduktan sonra o hayallerini gerçekleştiremeyeceklerini, geride bıraktıklarının ve kendilerini bekleyenlerin olmadığını görmek onlar için daha da ağır bir yıkıma sebep olmuştur. Tüm bunlara rağmen yine umudu kaybetmeden yola devam edebilmelerinin sırrı, bir anlama sahip olmalarında yatmaktadır.
Bir de ters örnekten gidelim ve anlam arayışını başarı ile tamamlayamayan Werther den bahsedelim. Yazıldığı dönemde büyük yankı uyandıran ‘Genç Werther'in Acıları’ isimli meşhur eserde Werther’in bir cümlesi çok dikkatimi çekmişti: “Sahip olduğum öyle çok, ama onun için duyduklarım hepsini yiyip bitiriyor, sahip olduğum öyle çok, ama o olmadan hepsi benim için bir hiç.”. Bu cümlede Werther, Lotte’ye duyduğu aşktan bahseder. Werther’in Lotte’ye olan aşkı değil de o aşka ve hayatına yükleyemediği anlam intiharına sebep olmuştur. Aynı dönemde pek çok gencin de Werther gibi giyindiğini ve intihar vakalarının bir anda yükseldiğini bilmekteyiz. Bu aslında, insanın anlam arayışı için çok çarpıcı bir örnektir diye düşünüyorum. Werther’in hayatı esere baktığımız zaman belki de bir vaka olarak incelenmeye değerdir ancak biz burada yine kısaca anlam üzerinde duralım. Kuramda belirtilen durum şuydu; hayata yüklediğimiz anlam bizim bütün yaşantımızı etkiler ve yönlendirir. Werther’in hayatına yüklediği anlam onun yaşantısını etkilediği gibi başka pek çok kişinin de hayatını etkilemişti. Burada şunu görebiliriz kişiler belki de hayatlarına bir anlam yükleyememişlerdi ve sonda kendilerine bir ışık bulamadıkları için böyle bir yola başvurmuşlardı. Bir tüneldeyiz ve bu tünelin sonunu hiç bir zaman göremiyorsak bir ışık (anlam) yoksa intihara başvurulduğunu görürüz. Werther’in ve dönemde oluşturduğu etkinin örneği belki de anlam arayışının ve yaşama yüklenen anlamaların önemini en iyi şekilde açıklamaktadır.
[1] Victor Frankl, İnsanın Anlam Arayışı, İstanbul, Aralık 2009, Okyanus Yay., c. 3, s. 119.