Tarikat lügatte “gidilecek yol, gidiş, izlenecek usûl” manalarına gelmektedir. Istılah olarak ise “Allah’a vasıl olmak isteyenlere ait âdet, davranış ve hal” demektir. [1] Âyet-i kerîme’de zikredilen “Bizim yolumuzda mücâhede edenleri, biz yollarımıza ulaştırırız”[2] ifadesi yolların çokluğuna delâlet etmektedir. Sûfîlere göre bu yollar ile tarikatlar kastedilmektedir.
Sûfîlere göre Allah’a giden yollar sayısızdır. Yani herkesin vuslatı; farklı usûl ve metotlarla gerçekleşmektedir. Kübreviyye tarikatının kurucusu Necmeddin Kübra (k.s) “Allah’a giden yollar yaratılmışların nefesleri sayısıncadır” derken Ebu Bekir Tamestanî ve Ebu’l-Hasan Müzeyyin de “Allah’a ulaşan yollar mahlukâtın sayısıncadır”, “Allah’a giden yollar yıldızların sayısıncadır” ifadelerini kullanmışlardır. Sufîlere göre önemli olan teveccühtür. Tabiri caizse Kâbe’nin herhangi bir tarafında olmak esas değil, önemli olan Kâbe’ye yönelmektir. Nitekim bu yöneliş vuslata çıkmaktadır. [3]
Asr-ı Saadet’ten sonra Hz. Peygamber’in (s.a.v) siyasî, manevî ve ilmî otoritesinden her biri, ayrı şekillerde süregelmiştir. Siyasi otoritesi, devlet başkanlığı ve hilâfet olarak devam ederken; ilmî otoritesi medreseler ve ilmiye sınıfları tarafından sürdürülmüştür. Manevi otoritesi ise tasavvuf adıyla sistemleşirken, tarikatlar ile müesseseleşmiştir. Dolayısıyla “tarikat”, tasavvufun müesseleşmiş kısmıdır.
Tasavvuf tarihinde tarikat kelimesinin ilk kullanımı hicrî III. ve IV. asırlara dayanmaktadır. Fakat bugün anlaşıldığı gibi tarikatın bir mürşidin etrafında toplanıp muhtelif usûllerle eğitim şeklindeki hali Abdulkâdir Geylânî (k.s), Ahmed er-Rufâî (k.s) gibi Aktâb-ı Erbaa (Dört Kutup) olan velilerin yaşadığı döneme tekâbul etmektedir.
Fıkhî ve itikâdî konularda ortaya çıkan fırkalara mezhep denilir. Tasavvufî eğitimde insanların meşrep farklılığına göre ayrı metodlar uygulayan mekteplere de tarikat denir. Başka bir deyişle tarikat, şeyhlerin müridlerinden uymalarını talep ettiği, günahlardan ve mâsivadan arınmaları ve mutlak huzuru elde etmeleri için müridlerin uymalarını talep ettiği kurallar bütünüdür.[4] Tarikatlar bulundukları coğrafyada bir yandan bireylerin ahlâkî ve mânevî gelişmelerine yardımcı olurken diğer yandan toplumsal hayatın hemen her alanında hizmet etmek için gayret gösteren kurumlardır.[5]
Bediüzzaman Said Nursi, tarikatı “Resûlullah’ın (s.a.v) miracının gölgesinde, kalp ayağıyla olan ruhânî bir seyr-ü sülûk”[6] olarak tanımlamış ve “Tarikat, tasavvufun sistemleşmiş şeklidir; tarikatler, hakikatin yollarıdır”[7] demiştir.
Tasavvuf ve tarikat arasındaki ilişki: Tasavvuf ve tarikat arasındaki ilişkiye gelince tasavvuf, İslâm’daki manevi arınma ve yükselmenin; kalbî, vicdanî ve rûhânî hayatın genel adıdır. Tarîkat ise, bu manevi hayatta izlenen yoldur. Tasavvufun bir eğitim sistemi olduğu düşünülürse, tarikatlar bu verilen eğitimin okuludur denilebilir. Tasavvuf, kâideler bütünüyken, tarikat bu kaidelerin uygulamaya geçildiği yerlerdir. Tasavvuf nefis terbiyesi, kalp tezkiyesi, zühd, riyâzat, marifet, zikir, hal ve makam ile ilgili pek çok kavramı içine alan değerler bütünüdür. Tarikat ise bu değerlerin öğretildiği, tecrübe edildiği mürşid, mürid, intisab, evrad, tarikat silsilesi, zikir meclisleri gibi terimlerin yer aldığı kurumlardır. Yani tasavvufun daha çok sistematik hale gelmesine vesile olan irfan mekteplerine tarikat denilmektedir. Dolayısıyla tarikatlar tarihi denildiğinde tasavvuf tarihi de kastedilmektedir.
Tasavvufî kavramlar tarikat düzeninde sistemli kâidelere dönüşmektedir. Örneğin Allah’a yakınlık açısından zikrin önemi tasavvufun konusunu oluştururken tarikatta bu durum kâide haline geçip evrad şeklini almaktadır. Böylece tasavvuf öğretileri tarikat kurumlarında işlenir ve tecrübe edilir. Sonuç olarak tarikatlar tekkeler aracılığıyla tasavvufî canlılığı ve sürekliliği korur.
[1] Reşat Öngören, “Tarîkat”, TDV, İstanbul, 2011, c. 40, s. 95-105
[2] Ankebut 29/69.
[3] Mustafa Kara, Tasavvuf ve Tarikatlar Tarihi, s. 146
[4] Alexander Knysh, Tasavvuf Tarihi, İzmir, Ufuk Yay., 2011, s. 168
[5] Abdülcebbar Kavak, “Kuzey Irak’ta Tasavvuf ve Tarikatlar”, AKADEMİAR, Ankara, 2017, sy. 2, s. 48
[6] Bediüzzaman Said Nursi, Mektubat, s. 443
[7] Bediüzzaman Said Nursi, Sözler, s. 464